Pazar, Ekim 12, 2008

8.912 Bilişim Suçu Davası

Yargıtay'da Bilişim Hukuku konferansı

A.A

Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, “Yıllardır süren ve maddi manevi çok büyük kayıplara neden olan terör eylemleriyle hiç bir yere varılamayacağını herkesin bilmesi, toplumun her ferdinin bu bilince ulaşması halinde ekonomik, sosyal, siyasi, hukuki, askeri bir çok yönü olan bu sorunun çözümünün kolaylaşacağına inanıyorum” dedi. 

Yargıtay tarafından düzenlenen “Bilişim Hukuku” konferansı, Yargıtay Toplantı Salonunda başladı.

Konferansın açılışında konuşan Gerçeker, son günlerde yaşanan terör olaylarında şehit olanlara Tanrı'dan rahmet, ailelere baş sağlığı, yaralılara acil şifalar diledi.

Gerçeker, “Yıllardır süren ve maddi manevi çok büyük kayıplara neden olan terör eylemleriyle hiç bir yere varılamayacağını herkesin bilmesi, toplumun her ferdinin bu bilince ulaşması halinde ekonomik, sosyal, siyasi, hukuki, askeri bir çok yönü olan bu sorunun çözümünün kolaylaşacağına inanıyorum. Bu konuda herkes mutlaka üzerine düşen görevi yerine getirecektir” diye konuştu.

Hasan Gerçeker, bilişim hukukunun, çağın geldiği son noktada çok büyük önem taşıyan bir konu haline geldiğini, günümüzde insanların, gerek sosyal, gerekse iş hayatında bilişim sistemlerinin getirdiği kolaylıklardan yararlandığını anlattı.

Bütün bu gelişmelere bağlı olarak hem ceza hem de özel hukuk boyutu olan, “Bilişim Hukuku” olarak adlandırılan yeni bir hukuk dalının ortaya çıktığını söyleyen Gerçeker, Türkiye'nin de dünya üzerindeki bu gelişim ve değişime kısa sürede uyum sağladığını kaydetti.
Ekonomik ve sosyal alandaki her türlü gelişmenin hukuk dünyasına da yansıdığını ve bunun sonucu olarak bir kısım hukuki düzenlemelerin yapılmasına ihtiyaç duyulduğunu ifade eden Gerçeker, bu konuda yapılan yasal düzenlemeleri anlattı.

BİLİŞİM SUÇLARI

Bilişim suçlarının Türkiye'de işlenme sıklıkları hakkında bilgi veren Yargıtay Başkanı Gerçeker, TCK'nın “Bilişim sistemine girme”, “Sistemi engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme”, “Banka veya kredi kartlarının kötüye kullanılması” suçlarından 1 Eylül 2007 ile 1 Eylül 2008 tarihleri arasında ilk derece mahkemelerinde açılan dava sayılarını aktardı.

Gerçeker, bu tarihler arasında TCK'nın, “Bilişim sistemine girme” maddesine muhalefetten 171, “Sistemi engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme” maddesine muhalefetten 950, “Banka veya kredi kartlarının kötüye kullanılması” maddesine muhalefetten ise 2102 dava açıldığını bildirdi.

5651 sayılı “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlemesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun”da sayılan suçlar bakımından mahkemelerce internet sitelerine erişimin engellenmesi kararlarının verilmeye başlandığını hatırlatan Gerçeker, bu konunun kimi zaman eleştirildiğini, konferansta da bu konunun tartışılacağını ifade etti.

5651 sayılı kanunundaki, internet erişiminin engellenmesine karar verilecek suçlarla ilgili 1 Eylül 2007 ve 1 Eylül 2008 tarihleri arasında ilk derece mahkemelerinde açılan davalara ilişkin bilgi de veren Gerçeker, “İntihara yönlendirme” suçundan 62, “Çocukların cinsel istismarı” suçundan 2733, “Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma” suçundan 249, “Sağlık için tehlikeli madde” suçundan 215, “Müstehcenlik” suçundan 12, “Fuhuş” suçundan 2569, “Kumar oynanması için yer ve imkan sağlama” suçundan 3072 olmak üzere, bazı sitelere erişimin engellenmesi isteğiyle toplam 8912 dava açıldığını bildirdi.

Yargıtay Başkanı Gerçeker'in konuşmasının ardından, “Adli Bilişim” başlıklı birinci oturum, Yargıtay Genel Sekreteri Ahmet Ceylani Tuğrul'un başkanlığında başladı.

Konferansa, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Özdemir Özok, YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, bazı Yargıtay üyeleri ile konuklar katılıyor.

KAYNAK: Hurriyet

Etiketler: ,

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ SAĞLANACAK(TI) -

Av. Fikret İLKİZ

Yaklaşık sekiz yıl önceydi. Avrupa Birliği ile olan ilişkilerimizin yoğun olduğu günlerdeydi…4 Aralık 2000 tarihli Katılım Ortaklığı Belgesi’nde  Türkiye’nin kısa vadede on ayrı alanda yasal düzenlemelerini gözden geçirmesinin gereğine değinilmişti. Bunların başında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesi doğrultusunda ifade özgürlüğünün kullanılması için yasal ve anayasal güvencelerin güçlendirmesi geliyordu.

 Hemen sonrasında Türkiye’nin yol haritası olan Ulusal Program kabul edilmişti. Türkiye kabul ettiği 24 Mart 2001 tarihli Ulusal Program’da siyasî, idarî ve yargı reformlarına ilişkin çalışmalarını 2001 yılında hızlandıracağı ve tamamlayacağını taahhüt etmişti. Özgürlükçü, katılımcı, güvenceli, devlet organları arasında görev ve yetkileri dengeleyen, hukuk devleti ilkesini üstün kılan Anayasa ve yasa hükümlerinin uluslar arası taahhütler ve AB standartları çerçevesinde geliştirilmesi amaç olarak kabul edilmişti.  

 Ulusal programda ilk ele alınan “Düşünce ve ifade özgürlüğü” olmuştu. Anayasa gözden geçirilerek değiştirilecek ve diğer yasalarda AİHS’nin 10.maddesi çerçevesinde düzenlemeler yapılması için “Kısa vade hedefleri”; Türk Ceza Kanununun o tarihlerde sorun yaratan  312 inci maddesinin ve Terörle Mücadele Kanununun yine sorunlu 7 inci ve 8 inci maddelerinin, RTÜK ve Basın Kanununun gözden geçirilerek değiştirilmesi olarak sayılmıştı.  

 Bakanlar Kurulu, İkinci Ulusal Programı diyebileceğimiz Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Karar”ını 23.6.2003 gün ve 2003/ 5930 sayılı kararıyla kabul etti. Bu karar 24 Temmuz 2003 günlü Mükerrer sayılı Resmi Gazetede yayınlandı. İzleme ve Koordinasyon kararında “İfade özgürlüğü”nün sağlanması için 24 Mart 2001 tarihli Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programında öngörülenler II Ulusal Programda aynen tekrarlanarak benimsenmişti. Hükümetin Haziran 2004’e kadar gerçekleştirmeyi açıkladığı siyasi kriterlerin başında yine “Düşünce ve İfade Özgürlüğü” yer almıştı. Hükümet ifade özgürlüğüne verdiği önemi şöyle ifade ediyordu: “İfade özgürlüğünün evrensel değerlere dayalı olduğunu ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 10. maddesi çerçevesindeki toprak bütünlüğü ve ulusal güvenliğin korunmasını da öngören ölçütler ile laik ve demokratik Cumhuriyeti, üniter devlet yapısını ve milli birliği koruma kriterleri temelinde bir yandan genişletilmesine, diğer yandan da sürdürülmesine öncelik ve önem vermektedir.”

 I ve II Ulusal Programlarla çizilen yol haritasına göre; ifade özgürlüğünün sınırlarını belirleyen mevzuat Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ve özellikle Sözleşmenin 10., 17. ve 18. maddelerinin lafzına ve ruhuna uygunluğu bakımından gözden geçirilecek(ti). Gözden geçirildi ve aslında aksine uygulamalar gerçekleştirildi. 2004 yılında Basın Kanunu ile verilmeye çalışılan ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe konulan Türk Ceza Kanunu ile geri alındı. Yeni sınırlandırmalar geldi.

 İfade özgürlüğü alanını genişleten yasal ve idari değişikliklerin etkin uygulaması sağlanacak(tı). Sağlanamadı ve ifade özgürlüğünü daraltan yasal ve idari değişiklikler etkin olarak uygulandı. Bu alandaki basın davaların tümü Türkiye gündemine hakim oldu.

 Basın özgürlüğünün evrensel standartlarda uygulanması için gerekli tedbirler alınacak(tı). Aksi oldu ve evrensel standartların bir hayli gerisinde kaldık. Hatta II Ulusal Programın kabulünde imzası olan Başbakan’ın medya ile karşılıklı sürtüşmeleri gündemi belirledi. 

 Türk vatandaşlarının günlük yaşamda geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde yayın yapılması veya farklı dil ve lehçelerin öğrenilmesine ilişkin hükümler hayata geçirilecek(ti). Böyle bir sorun olduğu konusunda ne bir yaklaşım var ne de göstermelik ve anlaşılması mümkün olmayan yasal değişikliklerden sonra uygulamalar var mı yok mu belli bile değil..

 Uygulamada yeknesaklığın sağlanması amacıyla, yargı mensuplarının insan hakları, AİHS ve AİHM içtihadı konusunda yürütülen eğitim programları yaygınlaştırılarak sürdürülecek(ti). Sürdürüldü. Halen de sürdürülüyor…Yargı kararlarında – istisnaları dışında- AİHS’nin etkin uygulamasını görmüyoruz. Yaygınlaştırılamadı ve benimsenemedi. Eğitim programları sürüyor ama AİHS ve AİHM kararlarının iç hukuka yansıması hedeflendiği gibi gerçekleştirilemedi.

 

"Tüm bireylerin, ayırım yapılmaksızın tüm temel hak ve özgürlüklerden tam olarak yararlandırılması"  için gereken güvenceleri yaratmak hükümetin temel görevi kabul olarak edilmişti. Hükümet kendisi için bu kararında Cumhuriyetin dayandığı temel ilkelere bağlı, ulusal bütünlük içinde, demokratik ve laik, bilgi çağını yakalamış, güçlü ve refah içinde yaşayan çağdaş bir hukuk devleti olmak, gelecek kuşaklara karşı tarihi bir sorumluluktur.dedi…Ama buna karşın laiklik karşıtı eylemlerin odağı olma gerekçesiyle mensubu oldukları siyasi parti hakkında açılan  kapatma davasında; Anayasa Mahkemesi tarafından verilen “odak olma hali” kararıyla gelecek kuşaklara kalacak tarihi bir  karar yazdırmış oldular. Yakında gerekçesi açıklanacak ve hep birlikte göreceğiz.

 Bu günlerde Ağustos 2008’den beri taslak olarak Ulusal Programın bir başka deyişle üçüncüsü yazıldı. Henüz “taslak” ama yakında açıklanabilir. Dikkatinizi buna çekmek için kısa bir özet yapmaya çalıştım. İlgilenmediğimiz takdirde, kendi bildikleri gibi yazıp geçecekler. Sonradan eleştirmenin bir yararı olmayacaktır. 

Etiketler: , , ,