Pazar, Eylül 26, 2004

YARGIDA ADİL YARGILANMA

Fikret İLKİZ

Avrupa Birliği Komisyonu tarafından hazırlanmış olan “Türkiye Cumhuriyetinde Yargı Sisteminin İşleyişi” başlıklı İstişari Ziyaret Raporu’nda, Hâkim ve savcılar arasındaki ilişkilere değinilmiştir. Acaba “bağımsızlık” ve “tarafsızlık” ne demektir? “Adli bağımsızlık” ve “tarafsızlık” kavramları birbirleriyle yakından bağlantılıdır. Yargıçların bağımsızlığı, sadece içinde bulunulan psikolojik durumu değil aynı zamanda, başkalarıyla ilişkiler ya da onlara karşı sahip olunan statü açısından da önemlidir. Yargıç bağımsızlığı hükümetin idari yönetimiyle ilişkilerinde tarafsız kural ve garantilerin bulunmasını ifade eder. Adli tarafsızlık ise, mahkemenin davanın tarafları ve olaylara yaklaşım tarzına bakılarak değerlendirilmelidir.

İnsan Hakları Komitesi, Hukukî ve Siyasal Haklar Konusundaki Uluslar arası Sözleşmenin 14(1) maddesinde ifade edilen “tarafsızlık” kavramının anlamının “hâkimlerin baktıkları konularla ilgili peşin hükümlü olmamaları, taraflardan birinin çıkarını gözetecek şekilde davranmamalarına delalet ettiğini” kabul etmiştir. AİHM kararlarında ise; adli tarafsızlık denilince sübjektif ve objektif olmak üzere iki nokta öne çıkmaktadır. İlki “mahkeme sübjektif olarak tarafsız olmalıdır” ki; bu husus “mahkemenin hiçbir üyesinin herhangi kişisel bir önyargısının veya peşin hükmünün bulunmamasını” ifade eder. Aksine kanıt olmadıkça kişisel tarafsızlığın bulunduğu varsayılmaktadır. İkinci durumda ise, “mahkeme objektif bir bakış açısından da tarafsız olmalıdır” ki; bu husus da “tarafsız olmadığına dair her tür kuşkuyu ortadan kaldırıcı garantiler sunmalıdır” anlamına gelmektedir. Mahkemeye göre; hâkimlerin tarafsızlığına şüphe düşürücü nitelikte soruşturabilecek hususların bulunup bulunmadığı ve “görünürdeki vaziyet dahi önemlidir”. Çünkü AİHM’ne göre “bu durumda tehlikede olan husus, demokratik bir toplumda kamuda ve daha da önemlisi tüm taraflarda usulü işlemlere karşı duyulan güven halinin zedelenmesidir”.

Türkiye’nin yargıda, uluslar arası hukuksal yükümlülükleri Raporda var. Aslında yargı bağımsızlığı, BM Genel Kurulu tarafından 1985 yılında onaylanan Yargı Bağımsızlığı Hakkındaki BM Temel Prensipleri içinde “Yargı Hakkındaki Prensipler” başlığı altında düzenlenmiştir. Her ülke; yargı bağımsızlığı konusunda kabul edilen bu asgari prensipleri kendi iç hukuklarında içselleştirmeye davet edilmiştir. Prensipler, aynı zamanda, yargı bağımsızlığının ülke anayasalarında yer almasını ve devlet tarafından teminat altına alınmasını da öngörmektedir. 20 tane temel prensipten oluşan ilkeler, yargıçların çalışma koşulları, dokunulmazlıkları, meslek disiplinleri, yargı bağımsızlığı ile yargıçların birlik kurma ve düşüncelerini açıklama özgürlüklerini düzenlemektedir. Yargı bağımsızlığı, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 13 Ekim 1994 tarihli 518.inci toplantısındaki R (94) 12 Sayılı “Hâkimlerin Bağımsızlığı, Etkinliği ve İşlevi (Hâkimlerle ilgili Tavsiye)”ne dair Tavsiye Kararında da tanınmıştır. Tavsiye Karar, tüm üye devletleri, hâkimlerin etkinliklerini ve bağımsızlıklarını kuvvetlendirmeye, işlevlerini ilerletmeye yönelik olabilecek gerekli bütün tedbirleri kabul etmeye ve bu tedbirleri güçlendirmeye davet etmiştir. Altı prensibi içeren Tavsiye kararı; hâkimlerin bağımsızlığı, yetkinliği, uygun çalışma koşulları, birlik oluşturma hakları, yargısal sorumluluklarını, disiplin suçları ve sorumluluklarını yerine getirememelerinin sonuçları ile ilgilidir.

Rapor bu saptamaların yanında “adil yargılanma” hakkına dikkat çekiyor. İki önemli Sözleşmeye atıf var. İlki, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6’ıncı maddesinin (1) inci fıkrası… Buna göre “kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından” adil ve aleni yargılanma hakkını teminat altına almıştır. Bağımsızlık unsuru, mahkemelerin hem yasamadan hem de yürütmeden bağımsız olması gerektiği anlamında yorumlanmaktadır. Bu bağımsızlık, hem kurumsal hem de işlevsel açıdan olmalıdır. Bir mahkemenin bağımsızlık koşullarının karşılanıp karşılanmadığını araştırmak için; mahkeme hâkimlerinin atanma koşulları ile görev sürelerinin belirlenme biçimine, dış etkilere karşı alınan önlemlere ve “bağımsızlık tezâhürü” sunan bir organın olup olmadığı problemine bakılmalıdır. “Tarafsız bir mahkeme” tarafından yargılanma koşulu, fiili ve varsayımsal taraf tutmalara karşı korunmada somutlaşmıştır.

Diğeri ise, uluslar arası sözleşmede de adil yargılanma hakkına değinilmektedir. Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslar arası Sözleşmenin 14 (1) Maddesine göre “Herkes mahkemeler ve yargı organları önünde eşittir.” Bu eşitliğinde ötesinde “Herkes , bir suçla itham edildiğinde ya da bir hukuk davasında hak ve yükümlülükleri hakkında karar verilirken, yasalar uyarınca kurulmuş yetkili, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme önünde adil ve kamuya açık bir duruşma hakkına sahiptir.” (4868 sayılı ve 4.6.2002 tarihli Yasayla Sözleşmenin onaylandığına dair Resmi Gazete 21 Temmuz 2003 ve 25175 sayı)

Bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yargılanma hakkı, istisnasız ve mutlak bir temel insan hakkıdır. Dolayısıyla bu hak, ister özel, isterse genel olsun, tüm mahkemeler tarafından her koşulda uygulanacak bir haktır. Yargıda, “adil yargılanma hakkı” mahkemelerin ve yargıçların bağımsızlığını ve yansızlığını korumakla kalmaz; aynı zamanda yargıya da yol göstererek adli bağımsızlık ve tarafsızlık sağlar.



Türk Ceza Kanunu'nda bilişim suçları

"Turk.Internet.com" 26 Eylül 2004 Pazar günü TBMM'den geçen TCK tasarısında yer alan bilişim suçları ile ilgili olarak uzman hukukçuların görüşlerini alıyor:

http://turk.internet.com/haber/yazigoster.php3?yaziid=10923




Çarşamba, Eylül 22, 2004

Pazar, Eylül 19, 2004

YARGININ İŞLEYİŞİ

Fikret İLKİZ

Avrupa Birliği Komisyonu tarafından “Türkiye Cumhuriyetinde Yargı Sisteminin İşleyişi” başlıklı İstişari Ziyaret Raporu Kjell Bjornberg ve Paul Rıchmond tarafından hazırlanmıştır. Komisyon tarafından İngilizce olarak hazırlattırılan ve orjinali 156 sayfa olan bu rapor, Adalet Bakanlığı Türkiye Barolar Birliğinin web sitesinde yayınlanmıştır.

Avrupa Komisyonu, Rapor hazırlanması için AB üyesi devletlerden iki uzman atamıştır. Batı İsveç Temyiz Mahkemesi Daire Başkanı, Birleşmiş Milletler Bosna Hersek’te Yargısal Sistemin Değerlendirilmesi Programının eski başkanı Kjell Bjornberg (İsveç) ve İngiltere ve Galler’de avukatlık yapan Paul Richmond (Birleşik Krallık). Bu uzmanlara, Avrupa Komisyonu Adalet ve İçişleri Genel Müdürlüğü Dış İlişkiler ve Genişleme Dairesinden memur Tobias King, Avrupa Komisyonu Genişleme Genel Müdürlüğünden memur Marie-Sofie Sveidqvist ve Avrupa Komisyonu Ankara Delegasyonundan Adalet ve İçişleri Bölüm Yöneticisi Sedef Koray-Tippkamper eşlik etmişlerdir. Heyet Türkiye’ye 28 Eylül 2003 Pazar günü ulaşmış, bir çok kişi ile görüşmüş ve kurumlardan bilgiler almıştır. 10 Ekim 2003 Cumartesi günü Türkiye’den ayrılmıştır.

Raporun amacı; “Türkiye’nin uluslararası yükümlülüklerini ve kendi halkının genel istek ve arzularını yerine getirebilmesi için demokrasiyi, hukuk devletini, insan haklarını, azınlıklara saygıyı ve onların korunmasını güçlendirmektir.” Yargı bağımsızlığına ve yargının işleyişine katkı için bu Rapor tartışmaya açılmalıdır.

Raporun “Sonuç” bölümündeki sonuca göre; Türkiye’de yargıçların bağımsızlığı konusunda çeşitli iç hukuk garantileri vardır. Bununla birlikte, Yargının Bağımsızlığı Hakkındaki Birleşmiş Milletler Temel İlkeleri ve Hâkimlerin Bağımsızlığı Hakkındaki Avrupa Konseyi Önerisindeki temel standartlar göz önüne alındığında; adli sistemimizin gerçek bir yapısal ve fonksiyonel bağımsızlık özelliğinden yoksun olduğu sonucuna varılmıştır. İşte bu Raporun tartışmaya açılmasında ve çıkarılacak sonuçların değerlendirilmesinde bu yüzden yarar vardır.

Yargı bağımsızlığı Raporda çok geniş ele alınmış. Raporun “giriş” bölümünde “bağımsız yargı” tanımı şöyle verilmiş: “Hukuk devleti ilkesi ile yönetilen demokratik bir toplumun temeli bağımsız yargıdır. Demokratik toplumun temelini oluşturan yargı bağımsızlığı, yargı görevinin yerine getirilmesinde hem yasamanın hem de yürütmenin yargıya müdahale etmemesini içerir. Bu bağımsızlık; hâkimlerin, kaprisleri ve devlet organları da dahil olmak üzere başkalarının arzularını dikkate almayarak, hukuka göre karar vermelerini garanti edecek kurumların oluşturulmasını gerektirir. Siyasal erkin etkisine maruz kalmış bir yargı; objektifliğini, saygınlığını ve insan hakları ve temel özgürlükleri etkin bir şekilde koruyabilme kapasitesini kaybeder.”

Yargıtay Birinci Başkanvekili Sayın Mater Kaban’da 2004-2005 Adli Yıl Açılış konuşmasında “yargı bağımsızlığı”nın önemine şöyle değinmişti: “Yargı, demokratik bir hukuk devletinde, hukukun son sözünü söyleyen, soyut yasa kurallarını somutlaştırıp onları yaşama geçiren, böylece hukuku yaratan, devletin üç erkinden biridir. Hukuk devleti olmak, hukukun toplum hayatına uygulanmasıyla mümkün hale gelir. Hukuku uygulayacak ve uygulamayı denetleyecek de yargıdır. Hukuk devletinin önde gelen niteliklerinden biri ise yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesidir. Yargı bağımsızlığı ilkesi hukuk devletinde kişi hak ve özgürlüklerinin, toplumun temel değerleri ile huzurun da koruyucusudur. (….)Mahkemelerin-yargıçların bağımsızlığı, başka bir kişi veya kurumdan emir almamaları, yasama ve yürütme erkleri ve organları dahil diğer ekonomik ve sosyal grupların baskı ve etkisi altında kalmamaları, tarafsızlıkları ise, yargılama yaparken yan tutmamaları, taraflara karşı kişilik özelliklerinden sıyrılarak objektif olabilmeleridir.”

Raporda “bağımsızlık” ve “tarafsızlık” kavramlarına da açıklık getirilmektedir. “Adli 'bağımsızlık' ve 'tarafsızlık' kavramları birbirleriyle yakından bağlantılı olmakla birlikte , her birinin kendine özgü bir anlamı ve yine kendine özgü gereksinimleri bulunmaktadır. Bağımsızlık kavramı, sadece içinde bulunulan psikolojik durumu değil aynı zamanda, başkalarıyla ilişkiler ya da onlara karşı sahip olunan statü açısından, özellikle de hükümetin idari yönetimle ilgili bölümü ile olan ilişkilerde tarafsız kural ve garantilerin bulunmasını ifade etmektedir. (…) Bağımsızlık kavramının aksine, adli tarafsızlık kavramı ise, içinde bulunulan psikolojik durum veya belirli bir davada mahkemenin taraflar ve vakıalara yaklaşım tarzına bakılarak değerlendirilmektedir.”

Görüşlerdeki ortak noktalardan birinci ilke, demokratik toplumun temel direği olan yargı bağımsızlığıdır. Demokrasi için ikinci ilkeye göre, yasama ve yürütmenin yargıya müdahalesi kabul edilemez. Üçüncüsü, temel insan hak ve özgürlüklerin korunabilmesi için yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesini sağlanmalıdır. O halde, adil yargılanma hakkının sağlanması için; yargının siyasal erkin etkisinden kurtulması gerekir. Bu amaçla yargı; bağımsızlık ve tarafsızlığını sağlayacak nitelikteki kendi kurumlarını gecikmeden kurmalıdır.

Pazartesi, Eylül 13, 2004

ÇII-KAA-CAKKK…

Fikret İLKİZ
İki önemli toplantı yapıldı. 10 Eylül’de Galatasaray Üniversitesi, İstanbul Barosu ve Türk Ceza Hukuku Derneği’nin düzenlediği Türk Ceza Kanunu Tasarısı hakkındaki tartışmalı toplantısında kurumsal ve bilimsel raporlar ikinci kez görüşüldü. Çok yararlıydı ve katılanlar çok yararlandı. İkincisini ise 11 Eylül’de Hukuki Perspektifler Dergisi düzenlemişti. Fevkalade yararlıydı. Nazilerden sonra Almanya’da, Franco’dan sonra İspanya’da, Cuntanın nasıl yargılanacağını çözen Yunanistan’da, usul konusunda deneyimli Polonya ve faşist rejimi terk eden İtalya’da ceza yasasında değişiklerin nasıl yapıldığını yabancı hukukçulardan dinledik. Avrupa Konseyi Türkiye Raportörü Dr. Silvia Tellenbach TCK tasarısı hakkındaki görüşlerini açıkladı. İki toplantıda da bilim adamları çoktu. 20 yılda hazırlandığı söylenen ama çöpe atılarak onun yerine 7 ay gibi kısa bir sürede yeniden hazırlanan “Tasarının” ancak bu kadar olabileceğine dair çok söz edildi. Geri çekilsin, yeterince tartışılsın ve yeniden hazırlansın diyenler vardı. Tasarıların, kimler tarafından nasıl ve ne zaman yapıldığına dair “bilim adamlarının” karşılıklı birbirlerini kınamalarını ve eleştirilerini dinledik. Özeleştiri yapan yoktu. Profesörlerin, doçentlerin, karşılıklı sözleri, birbirleri hakkında söyledikleri ve söylemedikleri artık yeterli ve yeter…

Hukuki Perspektifler Dergisi’nin düzenlediği toplantıda Komisyonlarda neler olmuş öğrendik…Tartışmalar nasıl yapılmış? Kim ne istemiş, kim kime ne demiş? Milletvekilleri hangi maddelere karşı çıkmışlar, nelere dokundurtmamışlar?... AKP ile CHP “Tasarı” konusunda uzlaşmış… Toplantıya katılan bir iki yargıç, bir iki savcı gördük. İki toplantıda da avukatlar çok azdı. Katılanlar ise aynı avukatlardı. Çok üzücü bir durum… Tasarı hakkında eleştiri çoktu. Ama zaman dardı. Toplantılara gazeteciler de pek itibar etmedi. Belki de içinde “zina” geçen konuşma pek azdı. Sonuç olarak Türkiye 78 yıllık bir birikim ile oluşan Türk Ceza Kanunu’nu değiştirmek üzere ve değiştirecek. Ama değişmeyen “ilgisizlik” de sürüyor.

Hukuki Perspektifler Dergisi’nin toplantısında Adalet Bakanı Cemil Çiçek Tasarıyı “hükümet tasarısı” olarak tümüyle benimsemediklerini söyledi. AKP’nin, görüşlerine aykırı hükümler bulunduğuna dikkat çekti. “Malum tartışmalar” nedeniyle gündeme gelen tasarıyla hukukçuların ve kimsenin ilgilenmediğinden yakındı. Tasarı “yeterince tartışılmadığı” için Meclisten geri çekilmesini isteyenlere ve daha sonra “bir yıl daha üzerinde çalışılarak hataları düzeltilsin” diyenleri yanıtladı. Geri çekseler bile Tasarı üzerinde çalışacak kimseyi bulamayacaklarını, bu sözlerin “tembellerin özrü” olduğu söyledi. Hükümet olarak 57 inci hükümet zamanında hazırlanan bu Tasarıyı Meclise sevk etmekle yetinmişler. Geciktirmek istememişler. Demokratikleşme için böyle yapmışlar. Tasarı ise karşılıklı uzlaşma ile ve Meclisteki milletvekillerinin çalışmalarıyla şekillenmiş. O yüzden TCK Tasarısı “bizatihi Meclisin Tasarısıdır” diyor… Adalet Bakanı Tasarının 15 gün içinde yasalaşacağına inanıyor. Açıkça belirtti, Tasarı kanunlaşacak. Ardından Komisyonlarda bulunan Ceza Muhakemeleri Usulü Yasasını ve İnfaz yasasını Meclisten geçireceklermiş… Haberiniz olsun.

Adalet Bakanının toplantıdan ayrılmasından sonra bilim adamlarının ısrarla vurguladıkları tespitlerine göre; Tasarının eleştirilen bazı maddelerini Mecliste değiştirmek çok zor. Hatta imkansız. Zaten Bakan’da öyle söyledi. O halde Türk Ceza Kanunu Tasarısı Mecliste kabul edilerek çıı-kaa-cakkk…Herkes bunu böyle bilsin. Artık bundan sonra neler yapılacağına bakalım.. “Bizatihi Meclisin olan” TCK Tasarısı için profesörler ve doçentler böyle dedi…

Toplantı sırasında Avrupa Konseyi Türkiye Raportörü Dr. Silvia Tellenbach; ünlü TCK 159 uncu madde yerine getirilen 302 inci maddedeki “Türklüğü, Cumhuriyeti, Devletin kurum ve organlarını aşağılama” maddesini eleştirdi. Anımsarsanız Türklüğü, TBMM’ni, Hükümetin manevi şahsiyetini, bakanlıkları, Devletin askeri veya emniyet muhafaza kuvvetlerini veya Adliyenin manevi şahsiyetine hakaret edilmesini veya aşağılanmasını cezalandıran maddeye son bir fıkra eklenmişti. İşte Tellenbach; uyum yasalarıyla 159 uncu maddeye eklenen bu son fıkraya göre “ tahkir, tezyif ve sövme kastı bulunmaksızın, sadece eleştirmek maksadıyla yapılan düşünce açıklamaları cezayı gerektirmez” cümlesinin yeni düzenlemede çıkarılmasını “kamusal kabul” nedeniyle doğru bulmuyor. İfade özgürlüğüne aykırı görüyor. Tasarıyı hazırlayanlar ise böyle bir cümlenin maddeden çıkarılmasının “hukuken” doğru olduğunu söylüyorlar.

Bütün bu tartışmalardan sonra, kime niçin ve nasıl küfredeceğimi ve ne zaman yargılanıp neden mahkum olacağımı öğrendim. Herkese tavsiye ederim. Hepimiz öğrenmeliyiz. Öyle ya, nasıl olsa Türk Ceza Kanunu Tasarısı Mecliste kabul edilerek “çııı-kaa-caakkk” ve böylece yasalaşacak. O halde bundan sonra neler olup biteceğine bakarak ve Tasarı kanunlaştıktan sonra eleştirmek lazım. Artık cezaevinden eleştirilerinizi gönderirsiniz. Bu tür bir eleştiriyi basacak gazete kalırsa da yayınlanır…


Perşembe, Eylül 09, 2004

"Bilgilenmehakki.org"...

Türkiye'de "Bilgi Edinme Hakkı" ile ilintili olarak, Dr. Yaman Akdeniz ile birlikte "içerik oluşturmakta" ve hakkın kullanımı konusunda araştırmalar yapmakta olduğumuz "Bilgilenmehakki.org" portali, Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu "Aarhus Clearinghouse for Environmental Democracy" kuruluşu tarafından kaynak gösterildi:
http://aarhusclearinghouse.unece.org/resources.cfm


Pazar, Eylül 05, 2004

TCY TASARISI ÜZERİNE
Fikret İLKİZ

İlk kez Tanzimat döneminde, Gülhane Hattı Hümayununda bir ceza kanunnamesinin tanzimi öngörülmüştü. 1856 Islahat Fermanında, hapis cezasının infazında insancıl ilkelere uyulması istenilmişti. 1256 Ceza Kanunnamesi, ardından 1267 Kanunu Cedit kabul edilmiştir. Ama ikisi de işe yaramamıştır. 1810 Fransız Ceza Kanunu, “Ceza Kanunnamei Hümayunu” adı ile aynen tercüme edilmiş, 28 Zilhicce 1274 (1858) tarihinde yürürlüğe girmiş ve 1926 yılında yürürlükten kaldırılmıştır. Yerine, 1889 İtalyan Zanardelli Kanunundan iktibas edilerek alınan ve halen yürürlükte bulunan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Yasası kabul edildi. 62 defa değişikliğe uğratıldı. Şimdi de kaldırılacak ve yerine yeni yasa gelecek.

Hükümet, Adalet Bakanlığınca hazırlanan tasarıyı 14 Nisan 2003 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla Meclis’e göndermişti TBMM, 14 Eylül 2004’de toplanarak Türk Ceza Yasası tasarısını görüşmeye başlayacak. 78 yıllık uygulamaya sahip olan yasanın kaldırılması amacıyla hazırlanan tasarı için Meclis özel olarak toplanıyor..

Tasarının gerekçesine göre, Türk Ceza Yasası Tasarının hazırlık çalışmaları 1985 yılında başlamış. Tüm hükümetlerin ortak görüşü olan ve yasa tasarılarında bulunan “demokratik gelişmelere yer vermek”(!?) amacıyla yasa yapmak, bu Tasarının gerekçesinde de var. Şimdiye kadar 1989 Tasarısını, 1997 ve 2001 Tasarılarını hazırlayan üç Komisyon görev yapmış. 1987 Tasarının ortaya çıkmasından sonra Bakanlıklar, Üniversiteler, Barolar ve Yargı organlarından görüşler alınarak değerlendirilmiş ve 1989 Türk Ceza Yasası Tasarısı meydana getirilmiş. 1989 Tasarısından alınan bazı hükümlerle 21.11.1990 tarihli ve 3679 sayılı yasayla TCK önemli ölçüde değiştirilmiştir.

Gerekçeye göre, İkinci Komisyondan Tasarının yeniden gözden geçirilmesi istenmiştir. Komisyon Başkanlığına Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer seçilmiş ve metin bir yıl sonra Yasa Tasarısı haline getirilerek Bakanlar Kurulunca TBMM’ne gönderilmiştir. 1999 yılında seçimler yenilendiği için Tasarı, Hükümet tarafından, yeniden incelenmek üzere geri çekilmiştir. Yeni bir Komisyon kurulmuştur. 1997 metni bütün barolara, üniversitelere, bakanlıklara,Yargıtay, adlî kuruluşların tümüne, Askerî Yargıtay’a, Danıştay’a gönderilmiştir. Gelen görüşler Komisyon tarafından değerlendirilmiş ve ortaya çıkan 2001 Türk Ceza Yasası Tasarısı Adalet Bakanlığına teslim edilmiştir.

Adalet Bakanlığı Tasarıyı Barolara, üniversitelere ve yüksek yargı organları ile çeşitli kuruluşlara göndererek yeniden görüş istemiştir. Üç yılı aşan çalışmalardan sonra ortaya 2003’de Türk Ceza Yasası Tasarısı çıkmıştır. Hükümet, Tasarıyı 12 Mayıs 2003 tarihinde Meclise göndermiştir. Adalet Komisyonuna sevk edilen Tasarı, yapılan değişikliklerle kabul edilerek 2004 yılı Temmuz ayında Meclis Genel Kuruluna gönderilmiştir. Gerekçesinde ceza mevzuatının insan haklarını ve toplumsal güvenliği korumayı hedefleyen bir "suç ve ceza siyasetine" dayandırılması gerektiğinin altı çiziliyor. Ayrıca TCY’ da yapılan önceki değişikliklerin aslında “panik mevzuatı”nın sonucu olduğu da kabul ediliyor.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin 23 Haziran 1983 tarihli toplantısında alınan tavsiye kararı ile oluşturulmuş özel komitenin 1984 yılında yayınlanmış olan Raporuna göre; “Suç siyaseti, suçlularla meşgul olarak ve suç mağdurlarının haklarını güvence altına alarak, toplumu suça karşı korumayı hedef alan cezaî veya diğer nitelikteki değişik tedbirler ve araçlardan oluşan politikayı ifade eder." O halde suça karşı mücadelede bir “siyaset” oluşturulmalıdır. Politikanız olmalıdır. Suça karşı mücadelede kullanılacak araçları ve nasıl kullanılacağı saptanmalıdır. Sonra da insan haklarını korumayı ve saygıyı daima göz önünde bulundurmak üzere “suç ve ceza siyasetiniz” olmalıdır. Bu suç ve ceza siyasetinizde saptanmış ilkelere göre ceza mevzuatınızı belirlemeniz gerekir.

Ancak Türkiye’nin suç ve ceza siyaseti olmadığı için hukuki düzen, panik mevzuatına teslim olmuştur. Gerekçede bu gerçek yazılıdır. Kuşkusuz her olayda “panikleyerek” ve yasaları sürekli değişikliğe uğratarak panik mevzuatı yaratmak çok kötü bir sonuç. Şimdi Yargıtay kararları ile ve 78 yıllık uygulamasıyla yürürlükte olan Türk Ceza Kanununu kaldırmaya hazırlanıyoruz. Çok dikkatli olmalıyız. Tasarıyı çok tartışmalıyız.

Ülkemizde her yasa değişikliği sorunlarımızı çözmek için yapılırken; hukuki düzen ve diğer yasalarla ortaya çıkacak çelişkiler düşünülmediği için, sorunlar yumağı çığ gibi büyüyor. Sorunları çözmek için üretilen yasalar sürekli sorun üretiyor. Bu yüzden her yasada olduğu gibi Türk Ceza Yasası Tasarısının da bir “suç ve ceza siyaseti” olmalıdır. Ama yoktur. Eğer varsa; TCY Tasarısının suç ve ceza siyasetinin ne olduğu tartışılmalı ve anlaşılmalıdır. Eğer anlaşılmadan, yeterince tartışılmadan, Tasarının hataları ve çelişkileri giderilmeden Meclis kabul eder ve yasalaşırsa, yaşamın her anında “kaos” yaşanacaktır.

Perşembe, Eylül 02, 2004



BİLİŞİM ZİRVESİ 2004

Zirve web sitesi ve genel program icin logoyu tıklayınız!



Çarşamba, Eylül 01, 2004

İstanbul Barosu Başkanlığı'ndan gelen "1 Eylül Dünya Barış Günü" Bildirisi:



“BARIŞ İÇİN SAVAŞA KARŞI KOYMA HAKKIMIZI KULLANALIM”

1 Eylül Dünya Barış Gününü yine savaşın acıları ve barışın özlemi içinde yaşıyoruz. Gücünü savaştan alan sömürgeci ülkelerle, barışın ve huzurun özlemini çeken ezilen ülkelerin yazgılarında değişen bişey yok. Tersine, hukuka karşı gücün üstünlüğünü sergileyen ve gücün üstünlüğü'ne dayalı yeni bir dünya düzeni kurmaya çalışan ABD ve yandaşları erdemsizlik üzerine yapılandırılan bir sistemi erdemlilik olarak sunmayı ve kabul ettirmeyi başarmış görünüyorlar. Savaş ve işgal eylemlerinin günümüzdeki adı “barış ve demokrasi götürmek” (!) oldu. Son olarak Afganistan ve Irak'a barış ve demokrasiyi getirmenin çoşkusu ve gururu içinde, yarattıkları sözde barış ve huzur ortamını şimdi bütün Ortadoğu'ya yaymayı amaçlıyorlar. Büyük Ortadoğu projesi olarak adlandırdıkları projenin Afganistan ve Irak projesinin daha genişletilmiş bir uygulaması olacağını görmemek ve bilmemek en hafif deyimle aymazlıktır.

İstanbul Barosu olarak biz; barışı yok eden, hukuk kurallarını çiğneyen ve başkaları üzerinde salt güce dayalı egemenlik kurmayı amaçlayan her eyleme doğrudan karşı çıktık. Kamu oyuna sunduğumuz sözlü ve yazılı açıklamalarımızda, kaba kuvvetin ve kaba kuvvete dayalı olarak kurulan yönetimlerin hukuka olduğu kadar insana ve insan haklarına aykırılığını vurguladık. Bunun için Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde ve Danıştay'da dava açtık.

Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcılığı'na yapmış olduğumuz suç duyurusu ile ABD yanında Irak'ı işgal eylemine katılan İngiltere Başbakanı Tony Blair, Savunma Bakanı Geoff Hoon ve Genel Kurmay Başkanı hakkında yargılama yapılarak, işlemiş oldukları savaş suçu, soykırım suçları ve insanlık karşıtı suçlar nedeniyle yargılanmalarını ve cezalandırılmalarını istedik. İstemimiz mahkemece yerinde görülerek incelemeye alındı. İnceleme halen devam etmektedir. Biz Baro olarak davayı dikkatle ve özenle takip ediyoruz. Gelişmelerden her zaman olduğu gibi kamuoyunu haberdar edeceğiz.

Amacımız tek ve açıktır. Savaştan yana değil, barıştan yana olmak. Kaba kuvvet ve işgalden yana değil, hukukun üstünlüğü ve insana saygıdan yana olmak ve insanların yaşama hakkını sonuna kadar savunmak.

Biliyor ve inanıyoruz ki; barışı bozan ve insanlık üzerine savaş bulutlarını çökerten, hukuk tanımaz güç gösterileridir. Bunlara karşı çıkmayı ve önlemeyi insanlık borcu olarak görüyoruz.

İnsan hakları ile ilgili uluslararası sözleşmeler, dünyanın dört bir yanında insan hakları savunucuları ve demokrasi mücadelesi verilmesine karşın, en büyük insanlık suçu olan haksız savaşların ve terörün önüne geçildiğini söylemek mümkün değildir.

İnsan Hakları; bireyin ve grupların temel haklarını teminat altına alan bir kavram olmanın yanında, bireylerin ve grupların temel güvenlik endişelerini gideren temel bir işlev oluşturmaktadır. Başta ülkemiz olmak, üzere Amerika'da, Avrupa'da, Ortadoğu'da ve Asya'da tarihin en büyük terör eylemleri yaşanmıştır ve yaşanmaktadır. Ayırca binlerce insanın ölümüne neden olan meşruiyeti olmayan uluslararası hukuka aykırı Irak işgali vardır. Nereden gelirse gelsin, kim yaparsa yapsın ve gerekçesi ne olursa olsun terör ve haksız savaş bir insanlık suçudur; insan haklarının da en büyük ihlalidir.

Uluslararası insan hakları hukuku bireylere ayrımsız haklar ve olanaklar tanıyan, insanın özgürlüğünü ve onurunu güvence altına alan ve kurumsal güvencelerden yararlandıran uluslararası hukuk kuralları bütünüdür. Uluslararası ve ulusal insan hakları belgeleri, insan haklarını yaratmaz, var olan insan haklarını tanır ve kabul eder. Bunun en önemli örneği insan Hakları Evrensel Bildirgesinin başlangıç kısmında yer alan “insanlık ailesinin bütün üyelerinin doğuştan sahip oldukları insanlık onurunu ve eşit ve vazgeçilmez haklarını tanımak, yer yüzündeki özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğundan” ibaresi yer almaktadır. Ancak yaptırım içeren haklar 1. kuşak haklarla sınırlı kalmaktadır. İkinci ve 3. kuşak haklar tam olarak güvence altına alınmamıştır. Bu yüzden, barış hakkının 3. kuşak haklar arasında yer almasını doğru bulmuyoruz. Barışın ve uluslararası güvenliğin korunmasının ilk amaçlar arasında yer almasının gerekeceği görüşündeyiz.

Gerçekten, dünyada 800 milyon aç insan var. Dünyanın en zengin 200 kişisinin sahip oldukları toplam servet, yeryüzündeki en yoksul 2,5 milyar insanın toplam gelirinden fazla, dünyanın en zengin 3 kişisinin (ABD'li) servetinin toplamı, en yoksul 48 ülkenin gayri safi yurt için hasılasından yüksek, 2000 yılında 38 milyon insan açlıktan veya açlıktan kaynaklanan hastalıklardan öldüğü dünyada huzurlu yaşama olanağının olmadığı ve olamayacağı da açıktır. Küreselleşme adı altında sömürü devam etmekte ve aradaki uçurum giderek artmaktadır.

Barış hakkı yaşama hakkının bir sonucudur. Savaş, insanı yaşama hakkından mahrum eden keyfi bir tavırdır.

Barış hukuku, barış hakkının önemli bir düzenleyicisi olarak görülmektedir. Korku üzerine kurulmuş bir barış değil, hukuka dayalı ortak güvenliğin üzerine kurulmuş bir barış gerekir.

Barış hakkı aynı zamanda silahlardan arınmayı talep etme ve savaşa karşı çıkma hakkıdır. BM Şartının 26. maddesi ve 1968 tarihli Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşmasının 6. maddesi silahsızlanmayı öngörmektedir. Uluslararası Adalet Divanı'nın nükleer silah kullanmasının tehdidine dair 1996 tarihli görüşünde “tam bir nükleer silahsızlanmanın gerçekleştirilmesine yönelik müzakerelerin iyi niyetle sürdürülüp sonuçlandırılmasının zorunluluğunu” ortaya koymuştur. Barış hakkı savaşa karşı çıkma hakkını da içerir. Siyasi Haklar Paktının 20.maddesi “her türlü savaş propagandası hukuk tarafından yasaklanır.” demektedir. Savaş suçlarına, insanlığa karşı işlenmiş suçlara, soykırım suçlarına karşı çıkmanın her kurumun ve kişinin hakkı ve görevi olduğunu burada açıkça hatırlatmak isteriz.

Barış için savaşa karşı koyma hakkı, güvenlik hakkı, silahsızlanma hakkı, barış eğitimi hakkı, toplu imha silahları ile ilgili araştırma yapılmasına karşı çıkma hakkının bugünkü dünya koşulları içine kullanılmasının zor olduğunu da biliyoruz.

Yine de; gelecek kuşakların barış içinde yaşayabilmelerini sağlamak için elbirliği ile çalışmamız gerektiğine inananıyoruz.

Saygılarımızla.

İstanbul Barosu Başkanlığı