ÖZEL YAŞAMIN İHLALİ VE CEZADA ZENGİN OLMAK - Av. Fikret İLKİZ
Kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlâl eden kimse, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. Gizliliğin görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle ihlâl edilmesi hâlinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz. Kişilerin özel hayatına ilişkin görüntü veya sesleri ifşa eden kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Fiilin basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde, ceza yarı oranında artırılır. (TCK Madde 134)
Türk Ceza Kanunda, özel yaşamın ihlalini suç sayan 134. maddenin gerekçesi “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz” şeklindeki Anayasanın 20. maddesine dayalıdır.
Kişinin gizli yaşam alanına girerek ve/veya başka suretle başkaları tarafından görülmesi mümkün olmayan bir özel yaşamı ile ilgili olayının saptanması ve kaydedilmesi suçtur. Kişinin özel yaşamına ilişkin görüntü veya seslerin hukuka aykırı olarak ifşa edilmesi ayrı bir suç olarak kabul edilmiştir.
Uygulamada “ifşanın” basın yayın yoluyla yapılması halinde “hukuka aykırı” olup olmadığının saptanması “haber” veya “eleştiri/yorum” yazılarının yayınında önem kazanır. Özellikle, bu suç bakımından her olay kendi içinde ve oluşma koşullarının özelliğine göre değerlendirilmelidir. .
Suçun ağırlaştırılmış şekli ise; kişinin gizli yaşam alanına girerek elde edilen saptama ve kayıtlardan herhangi bir suretle yarar sağlanması veya bunların başkalarına verilmesi veya diğer kimselerin bilgi edinmelerinin temini veya basın ve yayın yoluyla açıklanmasıdır ve verilecek ceza yarı oranında artırılır.
Gazeteler, radyo ve televizyonlar veya internet ortamında basın yayın yoluyla yapılan yayınlarla bu suç işlenirse cezası yarı oranında artırılarak birbuçuk yıl ile dörtbuçuk yıl arasında hapis cezası verilebilir.
Sözleşmenin (AİHS) 8.maddesine göre, her şahıs özel ve aile yaşamına, konutuna ve muhaberatına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
Bu hakların kullanılmasına resmi bir makamın müdahalesi demokratik bir toplumda ancak milli güvenlik, kamu huzuru, ülkenin iktisadi refahı, düzenin korunması için zorunlu ölçüde, kanunun izin vermesi şartıyla gerçekleşebilir. Kanunla öngörülmemişse veya demokratik bir toplumda zorunluluk yoksa kişinin özel yaşamının ihlali demek temel insan hak ve özgürlüğünün ihlalidir.
AİHS’nin 8 inci maddesinde garanti altına alınan “mahremiyet hakkı” insanları sadece kamu otoritelerinin müdahalelerine karşı değil, fakat aynı zamanda kişilerin müdahalelerine karşı da korur. Özellikle basın yayın yoluyla ve kitle iletişim araçları ile yapılan müdahalelere karşı da kişilerin özel yaşamlarının korunması zorunlu ve gereklidir. Tüm devletler kendi iç hukuklarında bu korumayı garanti edecek ulusal kanunlar kabul etmelidir.
Mahremiyet, gizli olan herkese söylenmeyen ve herkesçe bilinmemesi gereken olarak anlaşılmaktadır.
Mahremiyet hakkı, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından 428 (1970) sayılı kararı ile kabul edilen Kitlesel İletişim Araçları ve İnsan Hakları Bildirisi’nde “bir kişinin hayatını minimum müdahaleyle yaşama hakkı” olarak tanımlanmıştır.
Bildiriye göre kişinin “mahremiyet hakkı, hayatını en az müdahale ile sürdürmekten ibarettir.
Bu hak özel hayat, aile ve ev hayatı ile kişinin fiziksel ve ruhsal bütünlüğünü, onur ve itibarını, kişiyi olduğundan farklı göstermekten kaçınmayı, gereksiz ve utandırıcı şeylerin açıklamasını, özel fotoğrafların izin alınmadan yayınlanmamasını, casusluğa karşı korumayı ve haklı görülemez ve kabul edilemez yerli yersiz konuşmayı, özel iletişimin kötüye kullanılmasına karşı korumayı, kişi tarafından gizli olarak iletilmiş ve elde edilmiş bilgilerin ifşa edilmesine karşı korumayı da içerir.
Kamuya mal olmuş kimseler özel hayatlarına saygı konusunda diğer insanlarla aynı haklara sahiptirler.
Sözünü ettiğimiz 428(1970) sayılı Deklarasyon da belirtildiği gibi; “Kamusal hayata karışmış olan kimsenin özel hayatına saygı özel bir problem ortaya koyar. ‘Nerede kamusal hayat başlarsa, orada özel hayat biter’ demek bu problemi çözmek için yeterli değildir. Kamusal hayatta bir rol oynayan kişi, özel hayatının korunması hakkına sahiptir; şu şartla ki, özel hayatı kamusal hayatı üzerinde etkili olmasın. Bir kişinin gündemde olması onu mahremiyet hakkından yoksun kılmaz”
Ortak kanı şudur; özel hayat, özel bir haktan daha fazladır, o bir özgürlüktür ve bu bağlamda ifade özgürlüğü ile aynı seviyede korunması, sadece insanların değil, aynı zamanda toplumun da üzerinde olan bir yüktür, bir görevdir.
Temel insan hakkı olan özel hayatın gizliliği kabul edilmelidir. Özel yaşam gizlidir. Kişilerin özel hayatlarını gizli tutma hakkına saygı gösterilmelidir. Herkes bu kuralı korumalı, ayrıcalıklara dayalı hukuka aykırılıkları özgürlük gibi savunmamalıdır.
Özel yaşamın ihlali ile ilgili suçun cezası artırılmamalıdır. Suçun cezasını artırmak suretiyle kişilerin özel yaşamlarının ihlalinin önlenebileceğini düşünenlerin paniğine kapılmak doğru olmaz.
Yaşanan her olayda ortaya çıkan sorunların çözümü için cezaları artırmak suretiyle kanun değiştirmek yolu seçilirse, toplumsal sorunları çoğaltmış olursunuz. Yeniden “panik mevzuatı”na dönülür ve her adli olay toplumda travmalar üretmeye devam eder.
Böyle bir yaklaşımla çağımızın gereklerine uygun bir ceza adalet sistemi kuramazsınız ve Türkiye’yi her olayda yeni bir “suç üreten” ve sürekli çok cezalandırmayı esas alarak böylece “caydırıcı” olduğunu düşünen, “suç ve ceza zengini” bir ülkeye dönüştürmüş oluruz.
Türk Ceza Kanunda, özel yaşamın ihlalini suç sayan 134. maddenin gerekçesi “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz” şeklindeki Anayasanın 20. maddesine dayalıdır.
Kişinin gizli yaşam alanına girerek ve/veya başka suretle başkaları tarafından görülmesi mümkün olmayan bir özel yaşamı ile ilgili olayının saptanması ve kaydedilmesi suçtur. Kişinin özel yaşamına ilişkin görüntü veya seslerin hukuka aykırı olarak ifşa edilmesi ayrı bir suç olarak kabul edilmiştir.
Uygulamada “ifşanın” basın yayın yoluyla yapılması halinde “hukuka aykırı” olup olmadığının saptanması “haber” veya “eleştiri/yorum” yazılarının yayınında önem kazanır. Özellikle, bu suç bakımından her olay kendi içinde ve oluşma koşullarının özelliğine göre değerlendirilmelidir. .
Suçun ağırlaştırılmış şekli ise; kişinin gizli yaşam alanına girerek elde edilen saptama ve kayıtlardan herhangi bir suretle yarar sağlanması veya bunların başkalarına verilmesi veya diğer kimselerin bilgi edinmelerinin temini veya basın ve yayın yoluyla açıklanmasıdır ve verilecek ceza yarı oranında artırılır.
Gazeteler, radyo ve televizyonlar veya internet ortamında basın yayın yoluyla yapılan yayınlarla bu suç işlenirse cezası yarı oranında artırılarak birbuçuk yıl ile dörtbuçuk yıl arasında hapis cezası verilebilir.
Sözleşmenin (AİHS) 8.maddesine göre, her şahıs özel ve aile yaşamına, konutuna ve muhaberatına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
Bu hakların kullanılmasına resmi bir makamın müdahalesi demokratik bir toplumda ancak milli güvenlik, kamu huzuru, ülkenin iktisadi refahı, düzenin korunması için zorunlu ölçüde, kanunun izin vermesi şartıyla gerçekleşebilir. Kanunla öngörülmemişse veya demokratik bir toplumda zorunluluk yoksa kişinin özel yaşamının ihlali demek temel insan hak ve özgürlüğünün ihlalidir.
AİHS’nin 8 inci maddesinde garanti altına alınan “mahremiyet hakkı” insanları sadece kamu otoritelerinin müdahalelerine karşı değil, fakat aynı zamanda kişilerin müdahalelerine karşı da korur. Özellikle basın yayın yoluyla ve kitle iletişim araçları ile yapılan müdahalelere karşı da kişilerin özel yaşamlarının korunması zorunlu ve gereklidir. Tüm devletler kendi iç hukuklarında bu korumayı garanti edecek ulusal kanunlar kabul etmelidir.
Mahremiyet, gizli olan herkese söylenmeyen ve herkesçe bilinmemesi gereken olarak anlaşılmaktadır.
Mahremiyet hakkı, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından 428 (1970) sayılı kararı ile kabul edilen Kitlesel İletişim Araçları ve İnsan Hakları Bildirisi’nde “bir kişinin hayatını minimum müdahaleyle yaşama hakkı” olarak tanımlanmıştır.
Bildiriye göre kişinin “mahremiyet hakkı, hayatını en az müdahale ile sürdürmekten ibarettir.
Bu hak özel hayat, aile ve ev hayatı ile kişinin fiziksel ve ruhsal bütünlüğünü, onur ve itibarını, kişiyi olduğundan farklı göstermekten kaçınmayı, gereksiz ve utandırıcı şeylerin açıklamasını, özel fotoğrafların izin alınmadan yayınlanmamasını, casusluğa karşı korumayı ve haklı görülemez ve kabul edilemez yerli yersiz konuşmayı, özel iletişimin kötüye kullanılmasına karşı korumayı, kişi tarafından gizli olarak iletilmiş ve elde edilmiş bilgilerin ifşa edilmesine karşı korumayı da içerir.
Kamuya mal olmuş kimseler özel hayatlarına saygı konusunda diğer insanlarla aynı haklara sahiptirler.
Sözünü ettiğimiz 428(1970) sayılı Deklarasyon da belirtildiği gibi; “Kamusal hayata karışmış olan kimsenin özel hayatına saygı özel bir problem ortaya koyar. ‘Nerede kamusal hayat başlarsa, orada özel hayat biter’ demek bu problemi çözmek için yeterli değildir. Kamusal hayatta bir rol oynayan kişi, özel hayatının korunması hakkına sahiptir; şu şartla ki, özel hayatı kamusal hayatı üzerinde etkili olmasın. Bir kişinin gündemde olması onu mahremiyet hakkından yoksun kılmaz”
Ortak kanı şudur; özel hayat, özel bir haktan daha fazladır, o bir özgürlüktür ve bu bağlamda ifade özgürlüğü ile aynı seviyede korunması, sadece insanların değil, aynı zamanda toplumun da üzerinde olan bir yüktür, bir görevdir.
Temel insan hakkı olan özel hayatın gizliliği kabul edilmelidir. Özel yaşam gizlidir. Kişilerin özel hayatlarını gizli tutma hakkına saygı gösterilmelidir. Herkes bu kuralı korumalı, ayrıcalıklara dayalı hukuka aykırılıkları özgürlük gibi savunmamalıdır.
Özel yaşamın ihlali ile ilgili suçun cezası artırılmamalıdır. Suçun cezasını artırmak suretiyle kişilerin özel yaşamlarının ihlalinin önlenebileceğini düşünenlerin paniğine kapılmak doğru olmaz.
Yaşanan her olayda ortaya çıkan sorunların çözümü için cezaları artırmak suretiyle kanun değiştirmek yolu seçilirse, toplumsal sorunları çoğaltmış olursunuz. Yeniden “panik mevzuatı”na dönülür ve her adli olay toplumda travmalar üretmeye devam eder.
Böyle bir yaklaşımla çağımızın gereklerine uygun bir ceza adalet sistemi kuramazsınız ve Türkiye’yi her olayda yeni bir “suç üreten” ve sürekli çok cezalandırmayı esas alarak böylece “caydırıcı” olduğunu düşünen, “suç ve ceza zengini” bir ülkeye dönüştürmüş oluruz.
Etiketler: kişisel verilerin korunması, mahremiyet, TCK
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa