“ALLAHIN ASKERİ” AVUKAT - Av. Fikret İLKİZ
Danıştay İkinci Daire Başkanlığına 17 Mayıs 2006 Çarşamba günü yapılan silahlı saldırıdan sonra İkinci Daire Üyesi Mustafa Yücel Özbilgin kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. İkinci daire Başkanı Mustafa Birden, üyeler Ayfer Özdemir, Ayla Gönenç ve Tetkik Hâkimi Ahmet Çobanoğlu yaralandı. Saldırı İstanbul Barosuna kayıtlı genç bir avukat tarafından yapıldı. Cumhuriyet gazetesine yapılan bombalı saldırılarda o “avukat” var…
Danıştay’a yapılan saldırıyı şiddetle kınıyorum. Açıkça laik demokratik hukuk devletine karşı girişilen bu saldırıyı ve Cumhuriyet gazetesinin bombalanmasını herkes kınamalıdır.
Cumhuriyet gazetesi ve Yargıya hedef alarak amaçlarına ulaşmak isteyen bu faillerin arkasındaki güçler ortaya çıkarılmalıdır. Emri verenler kimlerdir? Hedefleri belirleyenler kimlerdir? Bu kişilerin arkasındakiler kimlerdir? Gerçekleri ortaya çıkarın.
Demokrasiyi ve hukuk devletini korumak için eskisinden daha serinkanlı davranmalıyız. Daha başından beri içlerine sindiremedikleri “laiklik”, hukuk devleti ilkeleriyle korunur. Demokrasi ve hukuk; tek silahımız, tek savunma aracımızdır.
Genç “avukat” “Allahın askeri…” olduğunu ve Danıştay üyelerini verdikleri türban kararı nedeniyle cezalandırdığını söylemiş.
İstanbul Barosu Başkanı Av. Kazım Kolcuoğlu, menfur saldırıyı şiddetle kınadı. Olayın failleri için cesaret verici önceki açıklamaları eleştirdi. “Özellikle bu kararlara karşı ulemayı kaynak gösteren ve doğrudan Başbakandan kaynaklanan sözler bu örneklerden sadece birisidir.”dedi. Kolcuoğlu failin “avukat” olması nedeniyle “Saldırıyı gerçekleştirdiği belirtilen kişinin Baromuz mensubu olması üzüntümüzü bir kat daha arttırmıştır.” sözleriyle üzüntüsünü belirtti. Kendisini “Allahın askeri” gören “avukat”ın neden böyle dediğini yargılanırken öğreneceğiz.
Avukatlık Kanununun 1.inci maddesinde Avukatlığın amacı; hukukî münasebetlerin düzenlenmesini, her türlü hukukî mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmî ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır. Avukat bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder. Sıkı koşulları olan “Avukatlık Mesleğine Kabul” maddesinde ise “Avukatlık meslekine yaraşmayacak tutum ve davranışları çevresince bilinmiş olmak” da avukat olmaya engeldir. O halde ne yapmalıyız? Her şeyi yeniden gözden geçirmeliyiz..Nerede hata yapıyoruz? Hata bizim mi? Bu kara lekede failin “avukat” olmasını nasıl okumalıyız? Nasıl açıklamalı ve bu acı gerçekle nasıl yüzleşmeliyiz??
Sadece “avukatlar” mı? Basın ne yapmalı? Demokrasiyi korurken ve kamuoyunun gözü kulağı olmaya devam ederken “hak ve sorumluluklarını” yeniden gözden geçirmeli. Devam eden ceza soruşturmalarının “haberleştirilmesi” yeniden tartışılmalı.
Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay Başkan ve Başsavcıları yaptıkları ortak açıklamada yapılan menfur, vahim ve cüretkar, hatta katliam girişimi olarak nitelenmesi yanlış olmayan saldırıyı, “demokratik, laik cumhuriyete yönelmiş bir saldırı olarak” kabul ettiler. Bu girişimi şiddetle ve lanetle kınadılar.
Açıklamalarında diyorlar ki; “Cumhuriyet tarihimizde kara bir sayfa olarak anılacak olan bu saldırı dolayısıyla, yargı dışında da laik demokratik devlet düzenini koruma göreviyle yükümlü olanlara, bu görevlerini tekrar hatırlatır; bu yolda verilen yargı kararlarına karşı kimi siyasiler ve basın organlarının sorumsuzca beyan, kışkırtma ve tutumlarının ağırlıklı etkisi olduğu gerçeğini de kamuoyunun takdirine sunarız.”
Dinin, devlet işlerinde egemen ve etkili olmaması esastır. Laiklik dini değil, hukuki bir kavramdır. Laiklik ilkesi ile dinin siyasi ve hukuki güç olması engellenir. Gerçek demokrasi öncelikle laikliğe dayanır.
Eski Türk Ceza Kanununda yer alan 163 üncü maddeye göre “Laikliğe aykırı olarak, Devletin sosyal ve ekonomik veya siyasi veya hukuki düzenini kısmen de olsa dini esas ve inançlara uydurmak amacı ile cemiyet tesis, teşkil, tanzim veya sevk ve idare etmek”, propagandasını yapmak ve telkinde bulunmak suç sayılıyordu. “Yıkıcı gericilik faaliyetleri”ni yasaklayan ünlü 163 üncü madde 12.4.1991 tarihinde yürürlüğe giren Terörle Mücadele Kanunun ile kaldırıldı. Ünlü 141 ve 142 inci maddeler de beraber… O zaman 163. üncü maddenin kaldırılmasını demokrasi ve hukuk devletinden yana olan solcular istemişti. Şeriat yanlısı “laiklik” karşıtları da böylece sessiz sedasız amaçlarına ulaştı. 141 ve 142 inci maddeler yerine solcuları cezalandıracak, mahkemelerde sürüm sürüm süründürecek yeni düzenlemeleri aynı Terörle Mücadele Kanunu ile hemen getirdiler. 163 yerine bir düzenleme yapılmadı. Acaba şimdi “neden” diye sormanın bir yararı var mı?
Ölülerimizi sayarak ve ceza davaları üzerinden demokrasi tartışmaları yapmaktan vazgeçmeliyiz. Bütün faili meçhul siyasal cinayetler aydınlatılmalıdır. “Allahın askerleri” kimlerse ortaya çıkarılmalıdır. Tetikçileri ve onların arkasındaki failler kimlerse bilelim. Danıştay katliamı ile Cumhuriyet gazetesi bombalanmasının ardındaki gerçekler gün ışığına çıkarılmadan “demokrasi”, laik demokratik hukuk devletini koruyamazsınız…Eğer korumak istiyorsanız “ulemaya” sormayın ve “Allahın askerlerini” ortaya çıkarın.
Danıştay’a yapılan saldırıyı şiddetle kınıyorum. Açıkça laik demokratik hukuk devletine karşı girişilen bu saldırıyı ve Cumhuriyet gazetesinin bombalanmasını herkes kınamalıdır.
Cumhuriyet gazetesi ve Yargıya hedef alarak amaçlarına ulaşmak isteyen bu faillerin arkasındaki güçler ortaya çıkarılmalıdır. Emri verenler kimlerdir? Hedefleri belirleyenler kimlerdir? Bu kişilerin arkasındakiler kimlerdir? Gerçekleri ortaya çıkarın.
Demokrasiyi ve hukuk devletini korumak için eskisinden daha serinkanlı davranmalıyız. Daha başından beri içlerine sindiremedikleri “laiklik”, hukuk devleti ilkeleriyle korunur. Demokrasi ve hukuk; tek silahımız, tek savunma aracımızdır.
Genç “avukat” “Allahın askeri…” olduğunu ve Danıştay üyelerini verdikleri türban kararı nedeniyle cezalandırdığını söylemiş.
İstanbul Barosu Başkanı Av. Kazım Kolcuoğlu, menfur saldırıyı şiddetle kınadı. Olayın failleri için cesaret verici önceki açıklamaları eleştirdi. “Özellikle bu kararlara karşı ulemayı kaynak gösteren ve doğrudan Başbakandan kaynaklanan sözler bu örneklerden sadece birisidir.”dedi. Kolcuoğlu failin “avukat” olması nedeniyle “Saldırıyı gerçekleştirdiği belirtilen kişinin Baromuz mensubu olması üzüntümüzü bir kat daha arttırmıştır.” sözleriyle üzüntüsünü belirtti. Kendisini “Allahın askeri” gören “avukat”ın neden böyle dediğini yargılanırken öğreneceğiz.
Avukatlık Kanununun 1.inci maddesinde Avukatlığın amacı; hukukî münasebetlerin düzenlenmesini, her türlü hukukî mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmî ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır. Avukat bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder. Sıkı koşulları olan “Avukatlık Mesleğine Kabul” maddesinde ise “Avukatlık meslekine yaraşmayacak tutum ve davranışları çevresince bilinmiş olmak” da avukat olmaya engeldir. O halde ne yapmalıyız? Her şeyi yeniden gözden geçirmeliyiz..Nerede hata yapıyoruz? Hata bizim mi? Bu kara lekede failin “avukat” olmasını nasıl okumalıyız? Nasıl açıklamalı ve bu acı gerçekle nasıl yüzleşmeliyiz??
Sadece “avukatlar” mı? Basın ne yapmalı? Demokrasiyi korurken ve kamuoyunun gözü kulağı olmaya devam ederken “hak ve sorumluluklarını” yeniden gözden geçirmeli. Devam eden ceza soruşturmalarının “haberleştirilmesi” yeniden tartışılmalı.
Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay Başkan ve Başsavcıları yaptıkları ortak açıklamada yapılan menfur, vahim ve cüretkar, hatta katliam girişimi olarak nitelenmesi yanlış olmayan saldırıyı, “demokratik, laik cumhuriyete yönelmiş bir saldırı olarak” kabul ettiler. Bu girişimi şiddetle ve lanetle kınadılar.
Açıklamalarında diyorlar ki; “Cumhuriyet tarihimizde kara bir sayfa olarak anılacak olan bu saldırı dolayısıyla, yargı dışında da laik demokratik devlet düzenini koruma göreviyle yükümlü olanlara, bu görevlerini tekrar hatırlatır; bu yolda verilen yargı kararlarına karşı kimi siyasiler ve basın organlarının sorumsuzca beyan, kışkırtma ve tutumlarının ağırlıklı etkisi olduğu gerçeğini de kamuoyunun takdirine sunarız.”
Dinin, devlet işlerinde egemen ve etkili olmaması esastır. Laiklik dini değil, hukuki bir kavramdır. Laiklik ilkesi ile dinin siyasi ve hukuki güç olması engellenir. Gerçek demokrasi öncelikle laikliğe dayanır.
Eski Türk Ceza Kanununda yer alan 163 üncü maddeye göre “Laikliğe aykırı olarak, Devletin sosyal ve ekonomik veya siyasi veya hukuki düzenini kısmen de olsa dini esas ve inançlara uydurmak amacı ile cemiyet tesis, teşkil, tanzim veya sevk ve idare etmek”, propagandasını yapmak ve telkinde bulunmak suç sayılıyordu. “Yıkıcı gericilik faaliyetleri”ni yasaklayan ünlü 163 üncü madde 12.4.1991 tarihinde yürürlüğe giren Terörle Mücadele Kanunun ile kaldırıldı. Ünlü 141 ve 142 inci maddeler de beraber… O zaman 163. üncü maddenin kaldırılmasını demokrasi ve hukuk devletinden yana olan solcular istemişti. Şeriat yanlısı “laiklik” karşıtları da böylece sessiz sedasız amaçlarına ulaştı. 141 ve 142 inci maddeler yerine solcuları cezalandıracak, mahkemelerde sürüm sürüm süründürecek yeni düzenlemeleri aynı Terörle Mücadele Kanunu ile hemen getirdiler. 163 yerine bir düzenleme yapılmadı. Acaba şimdi “neden” diye sormanın bir yararı var mı?
Ölülerimizi sayarak ve ceza davaları üzerinden demokrasi tartışmaları yapmaktan vazgeçmeliyiz. Bütün faili meçhul siyasal cinayetler aydınlatılmalıdır. “Allahın askerleri” kimlerse ortaya çıkarılmalıdır. Tetikçileri ve onların arkasındaki failler kimlerse bilelim. Danıştay katliamı ile Cumhuriyet gazetesi bombalanmasının ardındaki gerçekler gün ışığına çıkarılmadan “demokrasi”, laik demokratik hukuk devletini koruyamazsınız…Eğer korumak istiyorsanız “ulemaya” sormayın ve “Allahın askerlerini” ortaya çıkarın.
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa