Cuma, Şubat 15, 2002

Ve 159... Ve 312... Ve yargıçlar


Adnan Ekinci
Radikal 15 Subat 2002

TCK 159 ve 312. maddelerinin yasalaşması, uzun süredir üzerinden sürdürülen tartışmaları şimdilik durdurmuşa benziyor. Yasanın son şeklinden hoşnutsuz olan kesimin suskunluğu, maçı kaybetmiş fanatik seyircinin, stadı terk ederken başı öne eğikliği içinde. Diğer kesimin de sonuçtan fazla hoşnut olduğu söylenemez. Oynanan futboldan ve son dakika elde edilen galibiyetten memnun değiller.
Yasanın son şekli, temel hak ve özgürlükler konusunda hassasiyet gösteren çevrelerin bile, 'Bundan sonra uygulamaya bakacağız' şeklinde değerlendirmelerine neden oldu.
Uygulamadan duyulan bu kaygı, bizim ülkemizde, özellikle hukuk alanında gözlenen,
teori-pratik arasındaki uyumsuzluk konusundaki zengin deneyimlerimizden kaynaklanıyor.
Bu bağlamda 159 ve 312, en dar anlamıyla, devletin çeşitli kademelerini yurttaşlardan gelebilecek her türlü 'fenalığa' karşı koruyan ve devletin bölünmez bütünlüğünü teminat altına alan normlar olarak tanımlamak mümkün.
Devlet-birey çelişkisinin ortaya çıkması halinde yasaları pratiğe taşıyacak olan kişiler, elbette ki yargıçlar. Ne var ki, o yargıçların, bağımsız yargının bir unsuru olmaktan çok, kendilerinin maaş aldıkları, geçimini sağladıkları ve geleceklerini bağladıkları devletin üst düzey bir memuru olarak gördüklerini düşünenlerin sayısı epeyce fazla.
Yargıçların, ihtilaf halinde, devlet yanlısı olabileceği konusundaki kuşkular, özlük haklarını düzenleyen Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun başkanının, siyasi bir kimliği de olan Adalet Bakanı'nın bizatihi kendisi olması ile daha da çok pekişiyor.
Bir an için, yargıçların, bağımsız olmasını zedeleyen bu etkenlerden kendini soyutlayabileceği gibi iyi niyetli bir yaklaşım, en üst norm olan 1982 Anayasası'nın, temel hak ve özgürlükler konusundaki ketumluğuna çarpar, kalır.
Sadece, 1982 Anayasası'nın giriş bölümüne bakıldığında bile, düşünce ve ifade özgürlüğünün, 159 ve 312 içinde yer alan kelimeler üzerinde oynamakla sağlanamayacağı kolayca görülür.


'Film Gibi'nin çağrıştırdıkları

Genel olarak halkımız, öteden beri, hukuk devleti, bağımsız yargı, hâkimlik teminatı, vb. konulardan pek hazzetmez. Bu tür kavramların daha çok televizyondaki açık oturumlara katılan ileri gelen kişilerin kendi aralarında anlaşmalarına yarayan üst dil olarak görürler. Ciddi bir çoğunluğu oluşturan bu kesim, birkaç cildi oluşturabilecek bu kavramların hepsini,
'mahkeme' gibi, tek bir kelime altında toplamıştır. Ancak, bu 'mahkeme' kavramına, o kadar anlamı bir arada yüklemişlerdir ki, kastettikleri şeyin gerçek açıklaması, zaman ve mekâna göre değişiklikler arz eder.
O anlam, ne kadar farklılık gösterse de, temelde hepsi, belirsiz ve acılı bir bekleyişi de içerir.
Dudak bükme veya omuz silkme, ya da başını ellerinin arasına almak şeklinde davranışlarda kendini gösterir. İki bilinmeyenli bir denklemdir mahkemeler. Sinan Çetin'in 'Film Gibi' programında, eşinden, nişanlısından, kardeşin-den ayrı düşmüş, o ultra mavi ışıklı kapının açılması ile içinden çıkıp gelmesini bekleyen
gözlerdeki merak gibidir. Adalet de, mahkemenin o sihirli kapısından ha göründü, ha görünecek diye merakla beklenir. Gelecek midir acaba? İnşallah gelecektir. İnsanlık tarihinin bugünlere taşıdığı evrensel hukuk ilkeleri, bir davayı kazanmak ile kaybetmek arasındaki nüans cılızlığına düşmüştür. Ve davanın sonucuna ilişkin o amansız bekleyiş, çoğu zaman hakkaniyet ölçülerinin önüne geçer...



--------------------------------------------------------------------------------


Stajyerken ceketi alıp gitmek...
Paul Robeson, (1898-1976) yaşamı, sanatı ve ırkçılığa karşı mücadelesiyle ilginç bir kişilik. Robeson, köle bir aileden gelen, ABD egemen çevrelerinin korkunç ırk ayrımcılığına karşı dünya çapında yankı uyandıran mücadelesi ve medeni haklar savunuculuğuyla, solcu kişiliğiyle, bunun yanı sıra 40 yılı kaplayan sahne ve sinema oyunculuğu, kendine özgü bariton sesiyle geçen yüzyılı etkilemiş biri. Robeson, aynı zamanda Columbia Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni birincilikle bitirmiş. Kendisini nerdeyse ilahlaştıracak bir gelecekten habersiz olarak avukatlık stajına başladığında, bir dava konusunun özetini yazdırmak istediği stenograf kadın, 'Bir siyah derilinin stenograflığını yapmam' diyerek, odadan çıkıp, gider. Robeson, böylece 1923'lerde hiçbir beyazın siyah bir avukata dava vermeyeceğini anlayarak, avukatlık mesleğine başlamadan noktalamış. (Bilgi: M.Halim Spatar)


Başkentte hukuk veritabanı
Türk hukuk literatüründe, hukukçular tarafından yayımlanan makalelere ulaşımda yaşanan sıkıntıları gidermek amacıyla; Başkent Üniversitesi Kütüphanesi'nde örnek bir çalışma başlatılmış. Türkiye'de yayımlanan tüm hukuk dergilerindeki makalelerin indekslenmesi amacını taşıyan
bu çalışmada, makalelerin bibliyografik künyesinin yanı sıra; anahtar kelimeler ve Library of Congress Subject Headings'ten yararlanılarak Türkçe ve İngilizce konu başlıkları da veriliyor. Çalışmalarını kütüphanelerine gelen dergilerle sınırlı tutmak zorunda kalmaktan şikâyetçiler. Bu anlamlı çalışmaya, özellikle eksik olan dergilerin tamamlanması konusunda katkıda bulunmak mümkün. (Vildan Barış Örkmez, (orkmez@baskent.edu.tr), Başkent Üniversitesi
Kütüphanesi, Tel: 0 312 234 10 10/1106)


0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa